random image

DOST SİTELER

Sihir Başlasın
Alan Rickman TR

POPÜLERLER

REKLAM

.


Bölüm 1 - BAŞLANGIÇ

Orta Dünya’nın en sıcak vadilerinden biriydi. Güneş, suyu saniyesinde buharlaştıracak kadar şiddetliydi. Etrafta bir parça su kütlesi dahi yoktu. Ağaçların yerini kaktüsler almıştı

Bu coğrafyada, kafasında sarıkla dolaşan; genç, beyaz tenli, uzun boylu, zayıf, uzun saçlı, güneşin yanıltması da olabilecek kahverengi saçlı bir adam yürüyordu. Bir şeylere bakınıyordu sürekli, sanki birisi toprağın altından çıkacak ve onunla konuşacak gibi. Uçsuz bucaksız vadide kaybolmuşçasına yürüdükten sonra sinirli bir halde havaya yükseldi ve bulunduğu yerden bir soğukluk gelmeye, rüzgâr esmeye başladı. Rahatlamış görünüyordu, kafasındaki sarığı çıkarıp yere attı. Sarığın bulunduğu yerin orada aniden birisi belirdi, adımını attığı yerdeki toprak yumuşuyor, canlanıyordu adeta. Bir şey havadaki adamın altına doğru gelip elini sertçe yere doğru hareket ettirdi ve havadaki adam yere yapıştı. Bu bir insandı. Garip görünüşlü, katı duruşlu, ince… Saçları birazcık uzun ve kahverengiydi… Yüzünde “güvenilir” bir eda vardı. Merlin’e benziyordu.
Adam: “Alfred, ne arıyorsun burada? Uzun zamandır sana ulaşmaya çalışıyorum! Orta Dünya artık özgür, hiçbir kötü yaratık tarafından, zulüm görmüyor. Biz artık uçsuz bucaksız yerlerde yaşamaktansa Urantum’a geri dönebilir ve eski hayallerimizi gerçekleştirebiliriz. Acilen toplanmalıyız!” dedi.

Adı Alfred olan(vadide dolaşan) yerde duran adam: “Demek öyle Santus… Peki ya ne yapabiliriz? Artık düşüncelerimizi herkes saçma buluyor. Birazdan Hadley gelecekti, oda bana önemli bir haberi olduğunu söyledi, sanırım aynı amaçta toplandınız.”

Sıcak zemin sırtını yakmış olmalı “Ahh!” diyen Alfred hemen havaya fırladı. Birkaç saniye bakındıktan sonra sarılan iki dost, birbirilerini çok özlemişe benziyordu. Birden bir rüzgâr sesi geldi, arkalarını döndüklerinde, ince, ela gözlü, sakallı, sert bakışlı, şapkalı bir büyücü onlara bakıyordu. Ve: “Alfred! Santus! Ah, nerelerdesiniz? Sizi gerçekten çok özledim ve bugün eski hayallerimizi gerçekleştirebilmek için bir haber getirdim size-” derken Alfred lafa girdi “Biliyoruz, az önce Santus ile karşılaştığımda o anlattı her şeyi, ortalıkta hiç kimse yok demek. Sanırım bu fırsatı değerlendirebiliriz, o zaman eve dönüş vakti.” dedi. Üç büyücü de birbirileri ile gülüştüler ardından kol kola girip, puf diye yok oldular.

Yıllar önce yaşadıkları yere Urantum’a döndüklerinde, içlerini bir heyecan kapladı. Bir yandan yabancı hissediyorlar bir yandan ise her şey aynıymış gibi. Hasret gidermek üzere, Nickson Ailesi Kalesine gittiler. Burası Hadley’in nesillerdir ailesinin yaşadığı kaleydi. Çok ihtişamlı bir yer olmasına rağmen, Alfred ve Santus her zaman ince düşünüp, asilliğe önem verdikleri için, onlar için burası yetmezdi. Karşılama salonundaki uzun ve kristalimsi mermer masaya oturup konuşmaya başladılar. Hadley, “Dağılıp eski bağlantılarımıza haber vereceğiz, merkezi kuracağımıza ve onları da Orta Dünya’nın en güvenli yapısı olacak olan bu merkezimizde toplamak istediğimizi söyleyeceğiz.” Santus, inançlı bir tavırla “En mükemmel merkez olacak burası, bütün kararlar burada alınacak ve hatta genç, yetenekli büyücüler için bir eğitim merkezi olacak burası.” dedi. Alfred söyleyecek hiçbir laf bulamıyordu, adeta büyülenmişti bu konuşmalarda. Çünkü başından beri en büyük düşünceleri belki de gerçekleşmesi için imkân bulmuştu.

Ertesi gün, Alfred ve Santus gece uyuya kaldıkları yerin dışında, başka odalarda gözlerini açtılar. Herkes odasından çıkıp aşağıda bir araya geldiğinde, bu yatak cambazlığının sorumlusu Hadley çıktı. “Akşam rahatsız bir şekilde bir orada burada uyuyordunuz, sizleri yataklarınıza gönderdim.” dedi.
Önceden yaşadıkları komik anılar geldi akıllarına. Hadley, Alfred ve Santus uyurken çoğu kez şaka yapmıştı onlara. Gülüşmelerin ardından, hangi eski dostlarını ziyaret edip, yanlarına toplayacaklarını bir kez daha konuştular. İki hafta boyunca dolaştılar, ziyaret ettiler kimi zaman çok duygulandılar, her surat her kapı onları daha da güçlendiriyor taraflarına bir güç daha katıyordu. Çok yetenekli dostları vardı ve zaman bu dostlarının yeteneklerini ölçme zamanıydı. Hemen hemen hepsine bir görev, rütbe değerlendirilmesinden bahşedilmişti bile. Arada bazı kapılar suratlarına kapatılıyordu, düşüncelerine göre “Karanlık zamanın liderleri bitmez, biri gider diğeri gelir.” Düşünceleri doğru olsa da onların umutları hiç bitmeyecekti artık. Haftalar sonra, Nickson Ailesi Kalesi’ne döndüklerinde, hepsi çok mutluydu çünkü görüşmeleri çok iyi geçmişti. Santus, Hadley ve Alfred tekrardan masaya oturup plan yapmaya koyuldular…


Bölüm 2 - YOLDAŞLIK KURULUYOR

Sabahın ilk ışıklarında, camın önünde renk renk minderlerin üzerinde elinde yıpranmış kitabını okuyan Santus, neredeyse kopacak gibi olan bu yaşlı kitabın kapağını yavaşça kapattı ve yanında duran koltuğun üstüne bıraktı. Elleri ile yerden destek almaksızın, doğruldu ve bakışlarını arkasında ki duvarda bulunan lambaya çevirdi. Saniyenin belirli bir kısmı içerisinde kafasını çevirdi ve lamba söndü. Ayakkabılarının yere çarpmasıyla çıkan tok ses kalenin içinde rahatsız etmeden ilerliyordu. Merdivenlerin önüne geldi ve ellerini havaya kaldırıp çevirdiğinde, tavandan yere kadar uzanan perdeler açıldı. Tam o sırada merdivenin iki kola bölündüğünü noktada Hadley ve Alfred belirdi. Hadley her zaman ki halindeydi, güne hazır görünüyordu ve merdivenleri birer birer inmeye başladı. Alfred ise hala uyur gibi duruyordu, aniden yerinden sıçrayıp mermer tırabzana çıktı ve hızlıca aşağıya kaydı, bir sıçrayışta yere hafifçe bir iniş yaptı. Kahvaltı için büyük mermer masanın bir ucunda toplandıklarında, herkes işaret parmaklarını tabaklara yönelterek istedikleri yemekler için birer büyü yaptılar. Kahvaltı olduğunca sessiz geçti, bitirdiklerinde tabaklar masanın içine girer gibi yok oldu. Masadan kalkmak üzerelerken kapıdan bir tıkırtı geldi ve Hadley kapıyı açmak üzere gözden kayboldu. Aradan birkaç dakika geçti ve ani bir gürültü eşliğinde, yabancı bir adam odanın girişinde yerde metrelerce sürüklendi. Hadley ışık gibi hızlı bir şekilde adamın yanında bitti ve adamı havaya kaldırdı, sinirlice bakan adama bir tokat patlattı ve adam tekrardan yerdeydi. Kendini toparlamaya çalışan adam, Hadley’in asasını çıkarıp ona yöneltmesiyle, hayatını kaybetti. Bütün bu olanları şaşkınlıkla izleyen Alfred ve Santus, ne olduğunu merak ediyordu. Hadley açıklamak için yanlarına geldi ve “Bu adam bizim planlarımızdan haberdarmış, engel olmak için buradaymış ancak biz onun düşündüğü kadar güçsüz çıkmadık.” dedi. Alfred vurgulu bir şekilde; “Çok yazık, her kimden bu bilgiyi almışsa, bizim hakkımızda tam bilgi edinememiş” dedi ve yere kadar uzun olan kıyafetinin üstüne giydiği kürklü cüppenin altında beline geçirilmiş bastonunu eline alarak yürümeye başladı. Odanın girişine geldiğinde arkasını döndü ve “Artık yola koyulmanın vakti geldi, bugün bir kişi geldiyse yarın iki kişi gelebilir.” dedi. Santus ve Hadley onaylar bir tavırla Alfred’in yanına gittiler, kol kola girip gözden kaybolurken yerde ki ölü bedende yer yutarmışçasına kayboldu.

Güneşin insanı rahatsız etmeyeceği ve havanın her zaman kapalı olduğu uçsuz bucaksız bir yer. Etrafta birkaç ağaç dışında hiçbir şey yoktu. Burası Orta Dünya’nın büyük kıtalarının arasında kalmış, kimsenin yaşamak için gelmediği bir yerdi. Yerdeki kumlarda başlayan bir hareketlenme, saniyeler için küçük bir hortuma dönüştü ve içinden Santus, Hadley ve Alfred çıktı. Büyülenmişçesine etrafa bakıyorlardı. Burası harikaydı, aslında daha önceki zamanlarda karanlık kimselerin baskısı altında kalan Orta Dünya’dan kaçmak isteyen Hadley, Santus ve Alfred için bilinen bir yerdi burası. Bu bomboş ve küçük kıtada ki üç büyücü gözlerini kapatıp, yandaşlarına bıraktıkları parşömenlere birer mesaj gönderdiler.

“Olaylar hızlandığından dolayı her birinizi derhal, parşömenlerinizin altında belirttiğimiz enerji noktasına çağırıyoruz.”

Birkaç dakika içerisinde bulundukları yere bazı büyücüler gelmeye başladı. Her birinin içinde heyecan vardı, sanki yeni bir eve taşınıyorlar gibi. Yanlarında getirdikleri önemli eşyalar bir kenara bırakılıyor, sohbet etmeye başlıyorlardı. Ancak dakikalar sonra sayı hızlıca artmaya başladı. Santus, Alfred ve Hadley ortamda ki enerjiyi hissediyordu. Artmaya devam eden sayı neredeyse bini bulmuştu. Sayı tamamlanmaya yaklaşırken Alfred, Hadley ve Santus yerden yükselip herkesi rahatlıkla görebilecekleri yüksekliğe çıkıp, orada bulunanları bir düzene soktular. Ani bir hareketle bulunduğu zemin ile beraber yukarıya çıkan birisi göze çarptı, adı Herold idi. Kendisi çok kaliteli bir mimar ve üçlünün yakın arkadaşıdır. Onun gibi, toprağı ve sert cisimleri kontrol edebilme yeteneği olan yaklaşık yüz yirmi altı kişi vardı.

Herold komutasında ki yüz yirmi kişi, 2–3 kilometre ileride plan yapmaya koyuldular. Geriye kalan altı kişi ise Hadley’in emri ile beklemesi gereken mühim şahsiyetlerin duracakları geniş bir alan oluşturdular. Yerden, uzun ve simetrik kesilmiş taşlar yükselmeye başladı, buna benzer birkaç hareketin ardından neredeyse Nickson Ailesi Kalesi kadar büyük bir barınak oluştu. İçeride yerden çıkmış küpler ve üzerinde oturanlar vardı, gürültü ve sohbet git gide artıyordu. Orada bulunan herkes aynı amaç için toplandığından fikirleri de birbirine zıt düşmüyordu. Herkese bir görev verilmişti, ihtiyaçların giderilmesi konusunda görev sahibi olanlar takımlara ayrılıp, ayaklandılar ve aniden etrafta ateşler yandı, birden herkesin eşyaları yanında belirdi, aynı zamanlamada herkesin bavulunun ve eşyalarının üstünde birer sıcak içecek ve bir battaniye belirdi. Hadley, Alfred ve Santus, kenara geçip bütün bu olanları seyrediyordu. Harika bir durumdu; herkes çalışıyordu, oturanlar arasında bazı cinler vardı sayıları yirmiyi geçmezdi belki de, onlar bile bir köşede bu yeni evimizin, Orta Dünya’nın en büyük kalesinin içini düşünüp bazı fikirler ortaya atıyorlardı. Tüm bu sihirli olayların yanında, akılları tüm bu yeteneklerden üstün gelebilecek kimseler vardı. Onların güçleri olmayabilir di ama Santus onları kalenin iç tasarımında üst düzey görevli olarak atadı. Bu büyük akıl timsallerinin, en büyük özellikleri zarafet ve ayrıntıdır. 2–3 kilometre ötede çalışanlar binayı oluşturmakla meşguldü ancak bu sade duvarlar, bu akıllı kimselerin yönettiği gücünü nesneleri var etmek ve kontrol etmekte kullananlar tarafından şekillenecekti. Vakit bir hayli ilerliyor bazı gruplar dinlenmek üzere geri dönüyordu ve onların yerine orada görev alacak ve kalanlara yardım edecek gruplar gidiyordu. Dayanamayıp sabırsızlıkla dışarı çıkan Alfred, gördüğü şeyle büyülenmişti adeta. İleride ucu bucağı hesaplanamayacak kadar büyük bir yapının başlangıcını gördü. Bu iş hiçte kolay değildi, toplamda iki bin yüzseksenbeş kişiden bin ikiyüz otuzu kale için durmadan çalışıyordu. Uzaktaki kalenin temelinden sürekli ışıklar çıkıyordu, her saniye bir duvar yükseliyor, her saniye birileri yerin içine giriyor ve yerin altında kurulacak sistemlerin hazırlığını yapıyorlardı. Alfred onlara nasıl teşekkür edeceğini bilemeden, önce sağ sonra sol elini havaya dikti ve parmaklarının ucundan birer kıvılcım havaya yükseldi. Planlamalara göre üç gün sonra, ihtişamlı kaleye yerleşeceklerdi. Dışarı sessizce adımını atan Santus; “Burada bizim fikrimizin alınması gereken bazı konular var, hadi gel! ” dedi ve Alfred büyük bir mutlulukla yandaşlarının yanına geri döndü…

Bölüm 3 - GÖRKEMLİ YOLDAŞLIK KALESİ

Kapıdan gelen ani çığlık sesi, herkesi korkuttu. Santus, duvarın içine girerek, dışarıya ani bir çıkış yaptı. Arkasından on ya da on beş kişi onu izledi. Bu sırada içerideki herkes meraklanmaya başladı. Buna dayanamayan Alfred ayağını yere vurduğu gibi, kapının bulunduğu koca sur yerin dibine girdi ve birden içeriyi güneşin sıcak bakışı doldurdu ancak esas olan herkesin baktığı kaleydi, söyleyecek laf bulamıyorlardı. Daha dün kale onlardan epey uzakta gibi duruyordu ancak şimdi bir girişi tam önlerine doğru uzanmıştı. Kale daha dün bulundukları konumdan uzakta, ucu bucağı seçilemeyen, enlemesine bir büyüklüğe sahipti fakat şimdi farklı bir boyut kazanmış. O güne kadar görülen en büyük kalelerin arasında bu kale bir tanrı gibi nitelendirilebilirdi. Az ötede ki devasa kapının içinden beliren on asker, üç yoldaşın önüne "hazır ol" komutuna geçti. Herold, eğilip selam vererek yaklaştı ve elindeki sarılmış kâğıt açıldı. Herold; “Efendim, merkezi kalemiz hazırdır.” bilgisini verdiğinde, herkesin yüzünde güller açtı. Artık onlar kalenin içine girmek için sabırsızlandılar. Üç yoldaş seslerini yükseltecek büyüyü yaparak, içeride tıkış tıkış duran on binlerce yandaşlarına seslendi. Kaleye girme emri verildi.
Kale kapısından içeri girildiğinde yaklaşık 1 km. uzunluğunda giriş etabı karşılıyor ziyaretçileri, bu etapta tavanı görmek imkânsızdır. Yaklaşık 300 metre uzunluğunda olan tavan girişte büyük bir akustik yaratıyor, bu özelliğini binlerce insanın yere vuran ayaklarından çıkan sesin tavana doğru hoş bir şekilde çarpmasıyla belli oluyor. Kalenin en göz alıcı özelliğinden biriside duvarlar, boş bir yer kalmaksızın her yere işlemeler yapılmış. Bu işlemelerin etkisinde kalan Hadley, tasarımcıların yüzlerine hoş bir gülümsemeyle baktı. Hızlı hızlı yürüyerek içerideki esas büyük kapıya vardıklarında, Hadley yanına çağırdığı tasarımcı ekibin liderinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Bütün herkes aniden durdu, Alfred ve Santus başlarını sallayarak ceplerinden çıkardıkları küçük parlak taşları tasarımcı ekibin liderinin eline dizdiler, aynı şekilde Hadley’de cebinden çıkardığı parlak taşı büyücünün eline koydu. Taşlar üçlünün güçlerini simgeleyen ve enerjisini onların gücünden alan özel taşlardı. Tasarımcı taşları havaya kaldırdı ve yüksek tavandan yere doğru iki altın renginde heykel belirdi. Bu iki heykel, kapının sağ ve sol taraflarında sırasıyla simetrik bir şekilde duruyorlardı. Ve bu heykellerdeki kişiler, sağda ki Alfred solda ki ise Hadley idi. Santus’un nerede olduğunu merak edenler heybetli kapının suratlarına kapanmasıyla, kapının üzerine Santus’un heykelini gördüler. Kapı kapalı iken bütün bir heykel, kapı açıldığında ikiye ayrılıyor. Üç heykelde çok asil ve heybetli duruyordu. Heykel üzerinde oynamaların yapılmasını istediğini söyleyen Alfred; “Ama önce odalarımızı görmemiz gerek.” Dedi. Kapının ardında üç kola ayrılan yolun ortasından giden üç yoldaş, geride sağa ve sola ayrılarak odalarının olduğu yere giden ve artık kalenin birer bireyi olan binlerce arkadaşını bırakarak odalarının bulunduğu salona gittiler. Giderken geçtikleri koridor çok dar, bu odalarının bulunduğu salonu daha da gizemli bir hale sokuyor. Bu salona girebilmek için sadece tek yol olan bu dar koridordan geçilmesi gerek. Salon yuvarlak bir sistem üzerine kurulu ve tavanı kubbe şeklinde. Yaklaşık on adımlık bir çapı olan bu oda insanın içini ısıtan bir havaya sahip. Dışarıdaki üç yol ayrımı gibi bu odada da üç tane merdiven bulunuyordu. Merdivenler odaların bulunduğu balkon benzeri bölmeye çıkıyor. Üç merdiven üç kişiyi simgeliyor, oysaki bütün odalar yan yana dizilmiş. Santus; “İnanamıyorum, burası tıpkı düşlediğimiz gibi.” Dedi. Odalarını duvarları tek tek inceleyen üçlü, içeriye kendilerinden bir şeyler katmak üzere işe koyuldular. Yerlere çok güzel ve temiz halılar, kapı eşiğine ve salondaki şöminenin etrafına renk renk bir sürü minderin ardından bunlara ilaveten yastık. Duvarlara tablo, yazılar ve bazı süs aydınlatmalar olarak duvarın içerisinde oyulmuş mum gözlerine konulan ateş parçaları. Bütün günlerini bu yeni yaşam alanlarını dekore etmek için geçiren üçlü, biraz oturup yarınki gelen ziyaretçiler ve senato üyeleri hakkında görüştüler. Hadley her ne kadar senato hakkında planlarını anlatıp, raporunu tutsa da. Santus ve Alfred konuyu özel askerlerine, kale muhafızlarına, bedel karşılığı hizmet eden kimselerden bahsettiler. Yarın büyük bir gün olacaktı, kale yeni adını alarak – mühürlenme töreni yapılacaktı. Bütün bu yaptıklarından sonra biraz dinlenmek üzere odalarına yöneldiler.

Leave a Reply